Fıkralar - Fikralarfıkra, fikra, fıkralar, fikralar, komik sözler fıkralar, beleş komik fıkralar, fıkralar, güzel fıkralar, güzel mi güzel komik fıkralar, güzel sözler komik fıkralar, komik güzel sözler fıkralar, nasrettin hoca fıkraları, çok güzel fıkralar |
|||||||||||||||||
Istanbul Flüge Istanbul ucak biletleri 19 Eurodan itibaren ucuz biletler. http://www.istanbul-istanbul.de |
|||||||||||||||||
Fıkralar - Fikralar
TESADüF BU YA!
Kopenhag'da bir genç doğum kliniğine girip danışmaya başvurdu: — 48 numaralı odada Nöbetçi hemşire sordu:
Bu sırada hemşirenin yanında duran hanım hemen atıldı: — öyle mi? çok memnun oldum tanıştığımıza. Ben EVLİLİĞİN BöYLESİ Nasrettin Hoca evlen meye niyetlenir. Eş- dost bir hatuncağızı öve öve göklere çıka rırlar.
— Dünyalar güzeli... Hoca'nın gönlünü çelerler. Evlenirler. Zifaf gecesi yüz görümlüğünü veren Ho ca, gelinin duvağını kaldırır. Aman Allah'ım! çirkin bir gelin. Gelin hanım, kocasına sadakatini göstermek için: — Hoca efendi, akrabalarından kime görüneyim, ki Hoca şaşkın: — Aman hatun, bana görünme de kime görünürsen DOĞRU SöZ Müfettiş, öğrencilere sorar: — İçinizde en uslu kim? öğrenciler, hep bir ağızdan - cevap verirler: — öğretmenimiz! GEZGİNHoca'nın hanımı çok gezermiş. Düğün-dernek, bayram-seyran... dolaşırmış. Hoca'nın dostları: — Hocam, yenge biraz çok do laşmıyor mu? derler. Ne de olsa hatunu. Hiç laf söy- letir mi Hoca...
İstanbul'a yeni gelen köylü, ku yumcu dükkânının vitrinini merakla inceliyordu. Kuyumcunun çırağı, onunla alay etmek için:
çocuk güldü:
Şoför kullandığı taksiyle "Sağa dönülmez işaretine rağmen sağa saptığı sırada trafik polisinin keskin keskin çalan düdük sesiyle birden yavaşladı, sonra yolun kenarına çekilerek durdu. Trafik polisi, sağ elinde zin- cirden tuttuğu düdüğü sallaya sallaya yürüyerek tak sinin yanına geldi, sert bir sesle sordu: — Levhayı görmedin mi? Şoför, kabahatli olduğunu kabul etmenin rahatlığı içinde itirafta bulundu: — Görmesine gördüm de sizi görmedim... KILçIK Sınıfta öğretmen insan iskeletini göstererek sordu: — Bunun ne olduğunu söyleyebilir misin Salim? dedi. Karadenizli Salim hemen cevapladı: — İnsan kılçiğidür öğretmenim... SON üMİTAdam kaynanasıyla birlikte Avrupa gezisine çıka caktı, arkadaşı sordu:
Akıl hastanesine, kendisini ziyarete gelen arkadaşına dert yandı:
— Zeytinyağlısından mı hoşlanırsın, tereyağlısından mı? öĞRENCİ ŞİİRİ- Tembel bir öğrenci, yazılı kağı dına şu satırları yazmış: — Yürü boş kağıt, yürü... öğretmenin yüzünü gör de gel. üç zayıfım vardı, dört oldu mu sor da gel... APTALCA DüŞüNMEK Federal Almanya vatandaşı dış yolculuktan döndü. Getirdiği papağanla kendi gümrüğüne girdi. Muayene memuru işin gereğini anlattı: — Canlı papağana, yüz mark gümrük ödeyeceksiniz. Adamın bir anlık tereddütü üzerine papağan söze karıştı: — Bana bak Hans! öyle aptalca şeyler düşünme! YAŞLILIKBir adam, arkadaşına hastalığından dert yanıyordu: — Hele şu sağ bacağımdaki romatiz — Neden olacak, dedi öteki. Yaşlılıktan. Adam: — Saçma, diye yanıt verdi. Sol bacağım da sağ ba cağım ile aynı yaşta. O neden ağrımıyor? YORMASAYDIMTemel otelde kahvaltı ederken, tabağındaki zeytini bir türlü çatalıyla yaka-layamaz. Epeyce uğraştığı- nı gören garson, yanına yaklaşır, çatalı alır ve bir seferde zeytine batırır. Temel küçümseyerek bakar: — Uyy garson, ha pu zeytinu pen yormasaydum, sen Temel, Cemal ve diğer Karadenizliler açık denizde küçük bir tekne ile fırtınaya tutulmuşlar dı. Yanlarından büyük bir gemi geçmekteydi. Temel: — Uyy, kurtarun pizuuu... İmdattt!. diye haykırıyor- du. Geminin güvertesinden birisi de yanıt veriyordu: Biz adam almıyoruz, biz adam almıyoruz. Bunu duyan Temel: — Uyy, haçan piz lazuz, lâz, alun pizu. HIRSIZLIK AYIPBir eşkıya, fakir olduğu için Diyojen'e hakaret etmiş- ti. Diyojen hiç kızmadı. Sadece: — Bir adama fakir olduğu için hakaret edildiğini ha yatımda hiç görmedim. Ama pek çok insanın hırsızlık tan ötürü asıldıklarım gördüm, dedi.
İLK KAMçIYI EN çİRKİNİ VURACAK! Müthiş bir eleştirici olan bir Bektaşi yazar, kadınlar hakkında öyle bir kitap yazmış ki söylenmedik söz bırak mamış. Bunun üzerine on- beş kadar kadın biraraya gelerek yazarı dövmeye ka rar verirler. Bir gün Bektaşi evine giderken yolunu kesip bağırmaya başlarlar: — Sen bizim hakkımızda bir kitap yapıp aleyhimiz Bektaşi kadınları yatıştırmaya çalışmışsa da başarılı olamadığından dayak yemeğe razı olarak: — Fakat bir şartla. Birinci kamçıyı içinizden en çir Fakat ilk kamçıyı vurmak için kimse öne çıkmayın ca, bu dayak faslı da yarım kalmış. öLüM KöLE İLE KRALI EŞİT KILAR Büyük İskender, Diyojen'i, birbiri üstüne yığılmış in san kemikleri arasında bir şey ararken görmüş ve ne yaptığını sormuştu. Diyojen: — Babanızın kemiklerini arıyorum. Ama hangisinin kölelere, hangisinin babanıza ait olduğunu kestiremiyorum, cevabını vermişti. DOMUZ ETİ YEMEYİZ Şeyh Şamil esir düştüğünde, Ruslar bu kahraman adama büyük saygı göstermiş. Rus çarı kendisini yemeğe davet etmiş. Şeyh Şamil, yemekte, aç gibi iştahla yemiş. Kahramanlığı kadar yemekteki iştahı karşısında da hayrete düşen çar:
çALARKEN NEŞELENMEK Neyzen Tevfik'e bir gün sorarlar: — çalarken mi neşelenirsin, yoksa neşeli olduğun O günlerde Maliye Bakam hakkında yolsuzluk dedi koduları alıp yürümüştür. Neyzen Tevfik, fırsatım kaçırmaz: — Maliye Bakanı değilim ki, çalarken neşeleneyim,
Halife Harun Re- şid'in süt kardeşi di vane Behlül bir gün yoluna devam ederken pencereden bakmış ki hakimin yeri boş, hemen geçip o makama oturmuş. Bunu gören vazifeliler:
Diyojen, israfçı tutumuyla bilinen bir adamla karşı lamıştı. Ondan bir lira istedi. İsrafçı adam: — Niçin başkasından 10 kuruş istiyorsun da, benden bir lira, diye sordu. Diyojen şu uyarıcı cevabı verdi müsrif adama: — çünkü, başkalarından yine istesem, bana verirler. Ama, bu israfın yüzünden, senin bir daha verebileceğin den şüpheliyim. DOĞRU SöYLEDİĞİN İçİNBektaşinin biri, boynunu bükerek bir zenginin yanına yaklaşır. Sadaka ister. Zengin adam: — Utanmıyor
Bu cevap zenginin hoşuna gider ve cebinin köşesindeki kuruşu Bektaşi'ye uzatır: — Al şu kuruşu bakalım... der. Bu parayı sana acıdı BİR GöZüN KöRMüŞ
Adamın biri evlenmiş. Her akşam, eli kolu dolu olarak evine gidermiş. Bir gün, her nasılsa, eli boş gitmiş. O güne ka- *- dar, hep kocasının eline bakan karısı, elini boş görünce, yüzüne bakmış ve bir çığlık atmış: — Aaa! Senin bir gözün körmüş. SON üMİTNasreddin Hoca nın çok sevdiği eşeği bir gün kaybolmuş. Hoca, eşeği aramak için, kırlara doğru açılmış. Bir taraftan da bir türkü söyleme ğe başlamış. Böylece dolaşıp dururken bir tanıdığına rastlar. Tanıdığı: — Hoca, böyle türkü çağıra çağıra nereye gidiyor Hoca merhum da eşeğini kaybettiğini, onu aramakta olduğunu söyler. Ahbabı: — Bu ne iştir Hoca efendi? Benim bildiğim, insan Hoca, ona önündeki tepeyi gösterir. — Bir ümidim şu dağın ardında kaldı. Eşeğimi ora NİYE KOŞAYLAR? Cemâl gazetesinden ba şını kaldırıp sorar: — Haa bu uşaklar ne ko- Temel cevap verir:
Asker, komutanın karşısına çıktı, izin istedi. Komutan se bep sordu:
şeyden bahsetmiyordu. Asker selâm verdi, tam kapıdan çıkarken, döndü ve samimiyetle: — Komutanım, dedi. İkimiz de yalancıyız anlaşılan, çünkü ben evli değilim. İLK ATIŞTA VURMAK Temel ile Dursun evlerinin bahçelerinde otururken bir tane, bir tane daha derken 21 pare top atılır. Temel merak eder: Nedir bu ses- ler? — Bugün komşu devlet başkam geldi. Onun için top Temel sinirli sinirli başını sallar: — Şu işe bak! Bizim zamanımızda tek atışta vurur Baba erenler bir gün sokakta gezinirken dehşetli bir yağmura tu tulmuş. Bir ağacın altına sığınarak boş bir arabanın geçmesini beklemiş. Bir saatten fazla beklediği halde oradan hiç bir araba geçmeyince kendi kendine mırıldanmış: — Bir de şu fani dünyada her şey geçer derler. Şura da bir saattir bekliyorum, daha bir araba bile geçmedi. ALIŞMAK LAZIMGazeteci Halil Lütfi ile Peyami Safa, Bebek'e gidi yorlardı. Tranvay gelince, Peyami Safa öndeki birinci mevki kompartımanına doğru yürürken Halil Lütfi, Peyami Safa'yı arkadaki 2. mevkie doğru çekti. Buraya binece ğiz, dedi. Peyami Safa:
Bakalım her zaman kartımız olacak mı? FARZ EDELİM Kİ...Temel'in küçük takası, on kişilik tayfasıyla Karadeniz'in engin sularında yol almaktadır. Temel tayfa larını yanına çağırır. On lara şöyle der: — Uyy uşaklar, ha purada pi teneke altinumuz olsa idu ne ederduk? Uşaklar: — Uyyy paylaşirduk onlari... Temel öneriyi kabul eder ve altınları paylaştırmaya başlar: — Uyy... on peş altin bağa, pi altin süze, on peş altın Tayfalar buna itiraz ederler ve aralarında müthiş bir kavga başlar. Kıyasıya dövüşürler. Neden sonra Rize'ye geldiklerinde durumu mahkemeye intikal ettirirler. Mahkemede yargıç olayı anlattırır. Hem Temel, hem de tayfaları olduğu gibi olayı anlatırlar. Bunun üzerine yar-
Din dersi öğretmeni öğrencile re bütün insanların Adem ve Havva'dan geldiğini söyledi. Bir öğ renci söz aldı:
— Babam bize maymundan — Sevgili çocuğum, dedi öğretmen, sizin özel aile ŞİŞEYİ EVDE BIRAKMIŞ Doktor muayenede hastasına sordu:
etti. Doktor reddetmedi. İkisi de sigaralarını yaktı. Dok tor muayeneye devam etti:
Bir grup turist, kendi aralarında konuşuyorlardı. İngiliz hidrojeni patlatacaklarını, Rusla Amerikalı Ay ve Merih'i fethedeceklerini söylüyorlardı. Sıra bizim Temel'e gelince: — Şu yakında, ha biz da cüneşe ci- deceğuz, dedi. Böyle bir tasarıdan hiç birisinin haberi yoktu. Hayretle sordular:
LİSTE Adamın birini kuduz kö pek ısırmış. Ama adam çok vurdumduymaz olduğu için, bugün iğne olurum, yarın iğ ne olurum derken iş işten geçmiş. Doktora başvurup da kuduz olduğu gerçeğini anlayınca hemen bir kağıt kalem isteyip uzun uzun bir şeyler karalamaya başlamış. Doktor uzun süre beklemiş, bir ara dayanamayıp hayretle sormuş."
Nasreddin Hoca, münasebetsiz kom şusunun hemen her gün olur olmaz şeyler istemesinden bıkmış. Komşu bir gün çamaşır ipi isteyince:
Temel uzun zamandır gör mediği arkadaşı Cemal'le İstanbul'da karşılaşır:
— Ha karin nasuldur? Temel böyle sorunca Cemal'in birden yüzü deği şir... Temel arkadaşının karısının geçen yıl öldüğünü ha tırlayıp hemen şöyle der: — Yani aynı mezarda mi yatayii? ARHAVİLİGün: 12 Ekim 1492... Kristof Kolomb, batı yönüne giderek Hindistan'ı bulacağına inanıyor ya! Gitmiş, git miş... Amerika sahillerine yanaşmış... Sabah hava yeni aydınlanıyor. Kolomb, "Santa Maria" gemisinde büyük üniformasını giymiş. Zabitler ve tayfalar güverteye sıra lanmış... Kıyıda da Kızılderililer sıralanmış. Başlarında Koca Reis var. Gemi yaklaşmış, yaklaşmış... Ses mesafesine girmiş... Bu sırada gemidekilerden biri iki elini ağzına yanaş- tırıp bağırıyor: "Ha orada bir Rize'li var midur?" Kızılderili saflarından da birisi bağırmış: "Ha Rize'li yoktur, ama Arhavi'li vardır daa..." DESENE OCAĞIM SöNDüGurbette çalışan iki Karade nizliden biri izinden dönmüş, hemşerisine memleketten haber ler veriyordu: — Memlekette kar yağdı,
Fikret ilk karnesini almıştı. Notları çok iyiydi, fakat bir not düşülmüştü: — çok konuşuyor. Babası karneyi imzaladı ve ekledi: — Siz bir de annesini görseniz. Aynı Karadenizli birkaç gün sonra bir bakkala gitti. "Bana bir mim verin..." dedi. Bakkal anlayamadı, birkaç kez tekrar ettirdi, sonra eliyle göstermesini istedi. Karadenizlinin işaretine ba kınca:
DAYAK YEMEKTEN IYI Karadenizli vapur acentasına gitti: — Biz vapuru kaçirduk, başka
bir vapur istedi. Vapur geldiğinde Karadenizli ve arkadaşları rıhtımda toplanmışlardı. Ama nedense fazla kalabalık değillerdi. Görevli sordu:
Kafası attı acenta yetkilisinin. Karadenizliyi bir gü zel dövdü ve: — Eğer, bir daha (i) yerine (u) dersen; canına oku İki sarhoş kıyasıya kavga etmiş, birbirlerinin kafasını gözünü yarmışlardı. Polis kavgacı sar hoşları hastahaneye getirdi. Doktor, yaralarını pansuman yapmak için hemşireye seslendi: — Hemşire hanım, alkol getirin çabuk!.. Sarhoş: — Alkol istemem artık... Hesap getirin!., diye bağırdı. HADDİNİ BİLMEKGenç bir Amerikalı kız, Beethoven'in yaşadığı evi zi yaret etmiş, bu büyük sanatkârın piyanosu başına geçe rek onun "mehtap Sonatı"m gururla çalmaya başlamış tı.
Bitirdikten sonra, kendisine sert gözlerle bakan bek çiye:
Kız sordu:
Belediye otobüslerinin ne kadar kalabalık olduğu malûm. İşte böy le bir otobüste yolculuk eden Temel'in aya ğına iri yarı bir adam basar... Nasırı acıyan Temel, adamın yanına yaklaşır ve sorar: — Ula uşak, sen nerelisun? Adam, Temel'e bakar, nereli olduğunu söyler ve ar dından sorar:
Doktor hastasını muayene ettik ten sonra saptadığı perhiz programı nı yazıyormuş: — Sabahları bir dilim ekmekle Hasta: — Peki doktor bey, bu yazdırdıklarınızı yemekten NİçİN HAPSEDİLMİŞLER? Bir komünist Sovyet cezaevinde, 3 mahkûm arala rında konuşuyorlardı: Birinci mahkûm üzüntülü bir ses le: — Ben işime geç geldiğim için hapsedildim, dedi. — Ben ise, işime erken geldiğim için hapsedildim. üçüncü mahkum da şöyle konuştu. — Ben de işime tam vaktinde geldiğim için hapse dildim. Beni de, bir kapitalist saati taşımakla suçladılar. AKILTemel birgün Dursun'a balık kılçığı yemenin insanın kafasını çalıştırdığını söylemiş. Bu habere sevinen Dursun yanına Temel'i de alarak hemen bir balık lokantasına gitmiş. Az sonra gelen balıkların etini Te mel, kılçıklarını Dursun yemiş. BöylecĞ üç porsiyon balık tü ketildikten sonra Dursun hesa bı ödemiş ve dışarıya çıkmışlar. Yolda bir ara Dursun:
le..? DOĞRU SöZE NE DENİR?Hastayı ameliyathaneye götürüyorlarmış. Sedyenin başucunda yürümekte olan operatör bir ara hastanın ku lağına eğilmiş: — Bakın beyfendi, size yalan söyleyecek değilim. Si Hastanın gözleri faltaşı gibi açılmış: — Evet doktor bey. Lütfen buradan kalkmama ve gi Adam, hızlı hızlı merdivenleri tırmanıp doktorun yanma geldi. — Teşekkür ederim doktor — Ama siz benim hastam de Adam güldü: — Haklısınız doktor bey. Amcam sizin hastanızdı. ADALETLİ PAYLAŞIM Güngörmüş, yaşlı ve tecrübeli bir adamdan, iki kar deş arasında, babalarından kalan malı âdilâne şekilde paylaştırmasını istemişlerdi. i Yaşlı adam şu formülü tavsiye etti: — Kardeşlerden biri malı mülkü ikiye ayırsın. öteki kardeşe de seçme hakkı verilsin. Gerçekten de akıllıca bir öneri değil mi? OLEYTemel, İspanya'da boğa güreşlerine gitmiş. Kalabalık bir seyirci toplulu- Vğu varmış. Herkes matadorun hare ketlerine hep bir ağızdan "Oleeey! Oleeey!" diye bağırıyormuş, ama Temel onlar sustuktan sonra tek başına Oleeey! Oleeey! diyormuş, Yanındaki İspanyol merak etmiş: — Kardeşim niye bizimle beraber bağırmıyorsun Temel: — Uşağum, ben boğayı destekliyorum, demiş. OTOBüSTemel ile Dursun otobüsle İstanbul'a gidiyorlardı. Yolun yarısına gelince şoför: — Sayın yolcular, şanzıman bozuldu bir saat mo Temel sordu: — Yahu Dursun, bu şanzıman nedir? — Ha şu vites var ya, işte oni çalıştıran alettir. — Ben onun bozulacağını baştan anlamıştım. Şo — Sabahın bu erken saatinde sizi rahatsız ettiğim için özür dilerim, dedi doktor telefonda hastasına. "Ama tahlil sonuçlarınızı aldım ve size verecek çok önemli haberlerim var. Kötü haberle mi başlayayım, yoksa çok kötü haberle mi? — Kötüsüyle başlayın doktor,
Kahveye iriyarı, öfkeli bir adam girdi; olanca sesiyle bağırdı: — Ahmet kim? Kimse ağzını açmadı. Gelen adam bir daha bağırdı: — Ahmet hanginiz? çabuk karşı Sonunda ufak tefek, çelimsiz biri yerinden kalktı: — Benim. Kabadayı, yumruklarım sıkıp onun üstüne atıldı, pestilini çıkanncaya kadar dövdü. Kahvedekiler yerlerinden kımıldamıyorlar, neredeyse soluk bile almıyor lardı. Kabadayı gittikten sonra dayak yiyenin başına üşüş tüler: — Hastaneye götürelim mi? Yerde kanlar içinde yatan adam, bir iki yutkunduktan sonra konuşabildi: — Nasıl kandırdum enayiyu. Benim adım Temel. Neyzen Tevfık, Aksaray'da bir ev kiralar. Yeni taşındığı sıralar, gece eve dönerken ara sokak içindeki evini bulmakta güçlük çekmektedir. Bir gece, karşısına çıkan bekçiye: — Bekçi baba, der, Neyzen Tevfık buralarda bir yer Bekçi, "bana kül yutturamazsın" dercesine bakıp ce vap verir:
Gençliğinde din bilgisi alamamış, cahil fakat iyi ni yetli bir kişi, hayli yaşlan dıktan sonra, durumundan pişman olarak din dersi almaya başlamış. Bir caminin imamı ona din dersi vermeyi kabul etmiş. Adam 40 ya şından sonra başlamış sıfırdan öğrenmeye. Ama daha ilk günlerde Subaşı'nın dikkatini çekmiş. Subaşı şehrin emniyet ve huzurundan sorumlu ya... Osmanlı Devleti zamanında bunlar sokakları kontrol eder, şüpheli gördükleri insanları sorguya çekerler. Köyden yeni gelmiş, henüz şehre alışamamış bu garip adam da dikkati çekmiş ve yakalanmış... Subaşı'nın hu zuruna çıkınca da büsbütün şaşırıp abuk sabuk konuşmaya ba,şlamış. Subaşı hiddetle çıkışmış adama: — Sen Müslüman mısın? Adam şaşkınlık ve korku içinde, biraz da bu işin so nunu düşünerek aklı dağınık bir halde cevap vermiş:
Adam, herhalde dinlediği hikâyelerin ve masalların da etkisiyle şaşırarak: — Kırktır efendim, demiş. Subaşı'nın hiddeti son haddine çıkmış ve demiş ki: — Bu adam galiba bizi aldatıyor. Müslümamm dedi Adamı falakaya yatırmışlar. Tabanının altına ver et mişler sopayı. Kalktığında ayaklarının üzerine basacak hali yokmuş. Şiddetli bir acıyla kıvranarak ve topallaya rak, iki gözü iki çeşme ders almaya başladığı camiyi bulmuş.. Hoca onu bu perişan vaziyette görünce:
Hoca atılmış birden:
Temel ile Cemal, kahvede oturmuş sohbet ediyorlardı. Temel birden sordu: — Ula Cemal,
Hitler Almanya'da Başbakan olduğun da, yıl 1933'ü gösteriyordu. Kısa bir sü re sonra, öyle "iyi günler" falan gibi se lamları kaldırıp, Alman selamı işte bu dur deyip, "Heil Hitler (yaşasın Hitler)" diye bağırtmaya başladılar Almanları. Metazori. Başka selamlar vatan hainliği sayıldı. ünlü komedyen Karl Valentin akşam vakti her zaman uğradığı meyhanesinde yedi—içti.. Borcunu ödedi. Kalktı, gidecek. Herkes me rak içindeydi, nasıl veda edecek diye. Valentin kapıya yaklaşıp herkese doğru dönerek elini kaldırdı ve bağır dı: "Heil..." Sonrası yok. Herkes bakıyor ve düşünüyor. Bir daha bağırdı: "Heil..." yine o kadar.. Düşünüyor. So nunda dayanamadı ve dedi ki: — Yahu, herifin ismini unuttum! GEMİYİ DURDURAMAZLAR Amerika'da, Robert Fulton'un Clarment adındaki ilk buharlı gemisi, Hudson Nehrinde ilk seferine hazırlanı yordu. Nehrin 2 yakasında, bu tarihi hadiseyi görmek için, onbinlerce insan toplanmıştı. Seyircilerden biri kötümser yaşlı bir çiftçiydi. — Gemiyi yürütmeyi asla başaramıyacaklar, diyordu. Fakat, neticede gemi çalıştı, sür'ati de gittikçe arttı. Hızı arttıkça, geminin bacasından çıkan duman koyu- laştı. Nehrin 2 sahilindeki halk bu büyük başarıyı çılgınca alkışladılar. Kötümser yaşlı çiftçi ise gördüklerine inanmazcası- na başım 2 yana sallıyarak: — Ama, gemiyi asla durduramazlar, diyordu. KORKUTMA BEDELİDişçi, müşterisine:
İngiliz yazarlarından Bernard Shaw, bir akşam, İn giltere kraliçesinin bir ziyafetinde bulunuyordu. Bir aralık kendini beğenmiş genç bir Lord, ona: — Babanız küçük bir terzi idi, değil mi? diye küçüm ser bir tavırla sordu. Shaw:
' Shaw gülümseyerek Lord'a:
Bektaşi'nin biri cömertli ği ile meşhur bir zengin ile tanıştı, ahbap oldu. Bektaşinin fakirliğini öğrenen zengin: — Sana para mı vere yim, bir at mı hediye edeyim, bir tarla mı ba ğışlayayım, beğen be ğendiğini... diye sordu. Bektaşi: — Parayı cebime yerleştirir, atıma biner, tarlama gi derim, dedi. TANIMIYORMUŞTemel ile Cemal çok samimi arkadaştılar. İçtik leri su dahi ayrı gitmeyen bu iki arkadaş bir gün para yüzünden birbirleriyle mahkemelik olurlar. Yargıç mahkeme salonunda karşısında Temel ile Cemal olduğu halde durumu açıklar. Temel'in arkada şından 6orç para aldığı halde geri vermediğini söyler. İddianame okunur, şahitler birbiri ardınca dinlenir ve söz Temel'e gelince: — Ha pen pu uşaktan borç para almadum. der. Cemal bir arkadaşına, bir de yargıca baktıktan son ra: — Ha sen penden para almadin mi?der.
Cemâl, "Allah kahretsin!" gibilerden sağ elini yuka rıdan aşağıya salladıktan sonra: — Peçi öyleyse, pen de senu heç tanimayrum... der. NEDEN YEMEZSİN? Nasreddin Hoca Akşehir'e yeni geldiği sıralar parasız kalmış. Karnı da aç... Sokak larda dolaşırken bir fırın görmüş. Yeni çıkan ekmeklerin kokusuna dayanamayıp fırına girmiş, tezgâhın başın daki adama sormuş: — Bu ekmeklerin hepsi senin mi? — Benim. — Be adam, madem ki bu kadar mis gibi kokan ek İş adamı sekreterine:
Temel ölüm döşeğindedir. Karısı Fadime'yi yanına çağırır:
Temel, karısı Fadime ile dargındır. Ayrı odalarda yat maktadırlar. Konuşmak zorun da oldukları şeyleri yazılı ola rak birbirlerine anlatmaya çalışıyorlardı. Bir akşam Fadime yatağına yatacağı zaman dola bının yanında küçük bir pusula bulur. Pusulayı Temel yazmıştır. Şöyle demektedir: — Sabah penu saat peşte uyandurasın... Ertesi sabah saat sekizde uyandığı zaman Temel ya nındaki masanın üzerinde şu pusulayı görür: — Temel, haydi kalk saat peşe celeyi... NİçİN BALIK TUTAMIYORMUŞ? Bir Batılı Alman ile bir komünist Rus, sınırın iki yanında balık avlıyordu. Alman birbiri ardınca balık tutarken, Rus'un oltasına bir tek balık bile gelmiyordu. Nihayet Rus nehrin karşı yakasındaki Alman'a ses lendi: — Sen balık tutarken aynı nehirden, ben neden hiç Alman biraz düşündükten sonra cevap verdi: — Belki senin tarafında, balıklar ağızlarım açmaktan Diktatörün biri, nutuk vermek üzere halkı kentin stadyumu na çağırmıştı. Tam mikrofon başına gelmişti ki, ön sıralar dan birindeki dinleyici aksırdı. — Kim hap sırdı? diye sordu. Cevap alamayınca, muhafız kıtasına emir verdi: — ön sıra! İlk sıradakiler yaylım ateşine tutuldular. Diktatör yine sordu: — Kim hapşırdı? Yine cevap yok. Yine yaylım ateş... İlk on beş sıradakilerin hepsi öldü. Aynı soruyu on altıncı sıradakilere sorunca, çelimsiz bir adam yerinden kalkıp korka çekine: — Ben hapşırdım Sayın Başkanım, dedi. — çok yaşa! dedi. Ben de "çok yaşa" demek için Temel tedavi için İstanbul'a gelir ve dok tora gider. Muayenehanede doktor Temel'e soyun masını söyler. Temel soyunur ancak uzun sü redir yıkanmadığı için ter kokmaktadır. Doktor sinirlenir:
İçtihad dergisini yayımlayan Abdullah Cevdet'in bir şiirindeki:
Abdullah Cevdet buna pek öfkelenmişti. önüne ge lene dert yanıyordu. Babıâli yokuşundan inerken Süley- man Nazif e rastladı. Uzun uzun yakındıktan sonra sor du:
Akıl hastanesini gezmekte olan gazeteci, bir koğuşta rastladığı hastaya sordu: — Burada kaç kişisiniz? Karşısındaki, elini "boş ver" anlamında salladıktan sonra: — Asıl, dedi, siz dışarda kaç kişisiniz? NEREDEN KARDE Şİ OLUYORMU Ş ? Adamın biri Hükümdarın kapıcısına gelir ve ona: — Anne-baba bir kardeşin geldi, demesini söyler. Hükümdar, içeri girmesine izin verir. Aralarında şu konuşma geçer:
Saf köylü, şehre iş için gel miş. Bir evin penceresinde gördüğü papağanın renk renk tüylerine hayran oluyor. — Allattım... Ne güzel ya Tam o sırada papağan konuşmaya başlıyor: — Ne bakıyorsun? Köylü, neye uğradığını şaşırıyor: — Kusura bakma hemşerim. Seni kuş sandım da... NİçİN ALKIŞLIYORLAR?Bir gün Einstein'la, meşhur komedyen Charlie Chaplin otomobille Hollywood'dan geçiyorlardı. Gören herkes onları alkışlıyorlardı. Charlie, Einstein'a dönerek: — Bakınız, dedi, ikimizi de alkışlıyorlar. Sizi anlamadıkları için, beni de anladıkları için alkış lıyorlar. ZEKACemal İstanbul'a yeni gelmiştir. Şe hirde bir kilisenin çanını vakitli vakit siz çalarken görür. Temel'i bulur ve sorar: — Ulaa Temel, ha pu kilisenin çanu niye çalayuuu... Temel düşünür ve: — Görmeyi misun çemaal, birisu ip unu çekeyu da Harun Reşid'in huzuruna, zındık olduğu söylenen bir adam getirirler. Harun: — Sen zındık imişsin, doğru mu? diye sorar.
Temel, pencereden kom şusu Cemal'e seslenir: — Ula uşak, ineklerunun
Bütün parasını ortaya süren adam, pokerde kaybetti. Kaybedince kalp krizi geçirip oluverdi. Masadakiler, haberi ölenin karısına kimin vereceğini tartıştılar. Görev, içlerinden birinin üzerine kaldı. O da ölenin karısını buldu, anlatmaya başladı:
Temel reis, deniz kazasından sonra tek başına, terk edilmiş bir adaya düşer. Aradan yıllar geçer ve yine kaza sonucu genç ve güzel bir kız yüzerek adaya çıkar. Genç kız, kendisini karşıla yan Temel reise anlamlı an lamlı güler;
Adamın biri, bir gece, elinde fener, omuzunda kova ile bir âmâya rast gelir. Âmâ yakınlardaki bir ırmağa varıp kovayı doldurmuş geri dönmektedir. Kendisine: — Sen âmâ (gözleri görmeyen) bir adamsın. Gece ile Âmânın cevabı ibretli olur: — Ey boş kafalı adam! Feneri senin gibi kalbi âmâ Okuma-yazma bilmediğini önce den söyleyenlerden birinin, bilenler tarafına geçtiğini gören kumandan bağırır: — Sen neden o tarafa geçiyorsun Acemi er gayet ciddi bir ağızla: — Kumandanım, der. Okumam Bir adamın gayet huysuz bir hanımı varmış. Kadın bir gün Cenazesini kaldıracakları vakit imam, âdet gereği: — Ey cemaat! Şu hatunu nasıl bilirsiniz? deyince, adam imama: Be hocaefendi! Cemaat ne bilsin, onu bana sor! demiş. SİZDEN AVANAK KİMSE YOKNapolyon Bonapart, ki Avusturya İmparatorunun damadı idi, bir gün o taraftan fena bir haber alır. Kayın pederine öfkesinden hanımı Maria'ya: — Baban çok avanaktır, der. İmparatoriçe, fransız- çayı iyi bilmediğinden, "avanak" manasına olan fransız- ca kelimeyi anlayamaz, hazır bulunan başbakandan bu kelimenin manasını sorar. O, iki tarafı da gücendirme mek için: — Dirayetli demektir, der. Bir kaç gün sonra, imparatoriçenin başkanlığı altında hususi bir meclis kurulur. Mühim bir madde müza kere olunduğu sırada kraliçe başbakana: — Bu işin düzeltilmesi himmetinize bağlıdır, çünkü Temel, ahırda ineklerin arasında fotoğrafım çektirir ve yirmi yıldır gurbette olan dayısına yollar. Resmin arkasına da şöyle yaz mıştır: — Ortada, işaretleduğum penum! KIRKAYAKLüks bir Mersedes Temel'e çarpar. Temel'in bacağı kırılır. Hastanede mersedesin sahibi hem özür diler hem de uzlaşma önerir. Temel: — Olur efendu, der. Bağa bir beşyüzmilyon pango- not verursen vazgeçerum davadan.
Köyden şehire göçmüş cahilin biri, camiye pek gitmediği gibi, zaman zaman din adamları aleyhinde de lâflar edermiş. Bir ğün, ondan alacaklı ve bakkal dükkânı sahibi olan hoca bunu sıkıştırmış:
— Borçlarını da ödeyecek misin? Sözün buraya gelmesine fena halde sinirlenen Memo: — Hoca efendi, hoca efendi! demiş. îşi ticarete dök Polise bir ihbar gelir. Te mel ile Dursun kaza yapmıştır. Polis olay yerine geldiğinde görür ki, ara balar sapasağlam, Temel ile Dursun'un ağzı burnu dağılmış. Polis sorar: — Anlat Temel. Olay na sıl oldu? — Komserum... Hava sisli olduğundan kafamı pencereden çıkarmış öyle gideyirdum. Meğersem Tur sun da karşidan öyle geleyirmuş... ATINI ALSINTemel komşusunun atını almış, uzak bir Karadeniz köyüne gitmiş. Atı uygun bir yere bağlayarak düğün evine çıkmış. Kendisi gibi uzaktan gelen diğer davetli ler de atlarım Temel'in atının yanına bağlamışlar. Ak şam üzeri düğün dağıldığında, Temel atım alıp geri dö necek amma acaba hangi at kendisinin, bir türlü karar verememektedir. Bu arada diğer atların sahipleri de orda toplanıp dönüş hazırlıkları içindedirler. Temel'in işi acele olduğu için bir an evvel gidecek, fakat atını ta- nıyamıyor. Bir an düşünür ve tabancasını çeker: — Uyy uşaklar ha puriye pakın, herkes atinu alsun, pen penum atimu vuracağum daa... Bunun üzerine oradakiler hemen atlarına binerek uzaklaşırlar. Temel'e de kendi atı kalır ve bir yanlışlık yapmaktan kurtarır kendini. ATKüçük Temel dert yanıyordu:
Kendisini çok genç zanneden, zannettiğinden daha genç görünmeğe çalışan bir kadının oğlu, anasından gizli evlenir. Bir kaç sene sonra karısı vefat eder. İki ço cuğu geride kalır. Adam çocuklarını alıp anasına getirir ve elini öperek:
Temel kahvede palavraları bir biri peşisıra sırala maktadır. — Pizum sülale Yusuf Peygambere kadar dayanır.
Yaşlı dede torunu nu çocuk parkına götürürken, önlerinden çok güzel bir araba geçti. Dede: — Bak düt düt ge çocuk: — Dede, dedi, o senin düt düt dediğin sekiz silin Kocasının ceplerini karış tırırken bir kağıt parçası buldu kadın. üzerinde "Leyla" yazıyordu, bir de telefon numarası vardı. Akşam, kağıdı göstererek sordu Kadın kocasına: — Bu kimin numarası? — Aaa, bilmiyor musun, ünlü yarış atı bu. Bu hafta On gün sonra koca işten eve dönünce, karısı: — O ünlü yarış atı Leyla var ya, dedi. İşte o aradı se çocuklar aralarında bebekle rin nasıl dünyaya geldiğini ko nuşuyorlarmış. * Biri; "Bizim ailede çocukları leylekler getirir," demiş. Diğeri, "Bizde lahana tarlasında bulurlar. Onur, mahzun mahzun konuşmuş; — Bizim maddi durumumuz iyi değil, o yüzden be bekleri annem kendisi yapıyor. AMORTİKaradeniz ilkokullarından birinde tarih dersi yapılı yordu. öğretmen dersi anlattıktan sonra öğrencileri te ker teker sözlüye kaldırmaya başladı. Sıra Temel'e geldiğinde sordu:
öğretmen büyük kızgınlık içinde bağırır. — Bilemedin, 1453. Otur... Temel bu cevap üzerine öğretmenin gözünün içine baka baka büyük bir hayret ifadesiyle şöyle der: — Olir mi öğretmenum. Son içi rakamu pildum. Temel doktora gidip midesinin ağrıdığını söylemiş. — Doktor muayene etmek için Temel şaşırmış, kızmış: — Bana inanmıyor musunuz Temel'in üstü başı kan içinde kahveye girdiğini gö ren arkadaşları hayretle sordular:
DOSTLARIMIN ELİNDEN BENİ KURTAR Dostlarının olur olmaz zamanda yaptığı ziyaretlerden illallah getiren bir Bektaşi, Allah'a şöyle yalvarmış: — Allahım, sen beni dostlarınım elinden kurtar, düşmanlarımla nasıl olsa ben başa çıkarım! MALİYETİNEHırsız, çaldığı elbiseyi satmak için gittiği pazarda, elindekini bir başkasına çaldırmış. Akşam eve döndüğünde hanımı sormuş: — Elbiseyi kaça sattın? Hırsız gülümseyerek: — Maliyetine, demiş. İMZAAdamın biri, kendisi hakkında kötü sözler söyleyen birine haddini bildirmek için evine kadar gider. Fakat, evde bulamaz. öfkesinden kapıya büyük harflerde "EŞ- ŞEK" yazıp geri döner. Birkaç gün sonra o kişiden şöyle bir yazı alır: — Bize gelmişsin. Kapıya attığın imzadan anladım!.. UCUZ ELBİSETemel lüks bir mağazaya girmişti. Tezgâhtar kıza, — Bana bu dükkândaki en ucuz el Cevap şöyleydi: — üzerinizdeki efendim! ZENCİPazarlı, köye gi derken yolda bir zenci ye rastlar ve sorar: — Hemşerum,
Gazetede çıkan ilan şöyleymiş: — Bir müdür aranıyor. Yüksek tahsilli, İngilizce ve Bir adam başvurmuş:
Yani bu ilan verdiğiniz müdürlük işi var ya... Bu Temel ehliyetsiz araba kullanmaktadır. Birgün trafik polisi Temel'i durdurur ve ehliyetini ister. Temel ehliyet almak için daha önceden çok uğraşmış, bir türlü alamamıştır. Ehliyetsiz çalışmak zorunda kalmıştır. Temel bu uğraşılarını da ima ederek şöyle der: — Uyy memur pey, siz bağa ehliyet vermeduzçi, is- Hüsniye teyze evin önünde oy namakta olan 5 yaşındaki Os man'ı görünce: — Oğlum anan evde midir? — Hee, benim yatağımda
öğretmeni, geç kalan öğrenci Temel'e çıkışmış:
Deliler, akıl hastanesinin yük sek bayrak direğine, birer birer tırmanıyorlar. Her çıkan deli, te pedeki bir noktaya bakıp kahka halarla gülüyor ve aşağı iniyor. Asistan doktor da sonunda merak etmiş, tırmanmış ve dire ğin tepesine yapıştırılmış bir kâ ğıt üzerine yazılı şu 2 kelimeyi okumuş: — Direğin sonu. T" HARFİTemel, arkadaşı Cemal'e sorar:
Temel, İngiltere'den, Trabzon'a gelen konuğa şehri gezdiriyor- muş. İngiliz misafir, çevreyi ge zerken birkaç Türkçe sözcük öğrenmeye çalışıyormuş. Bir ağacın yanından geçerken Temel'e sormuş: — Biz İngilizce buna "tree" de riz, siz ne dersiniz? Temel hemen cevabı yapıştırmış: — Biz birşey demeyiz, yanından geçer gideriz. KöYüN YABANCISI OLUNCA...Nasreddin Hoca daha önce hiç uğramadığı bir köyden geçiyormuş. Bir köylü yanma yaklaşmış: — Efendi, bugün gün lerden ne? Hoca, yorgunluğun et kisiyle hangi gün olduğunu bir türlü çıkaramayınca: -— Bu köyün yabancısıyım, demiş. Buranın günlerini bilmem. BİR ALTIN BORç Tenasuha, yani ruhun insan öldükten sonra bir hay vanın veya başka bir insanın bedenine girip tekrar dün yaya döndüğüne inanan Arap şairlerinden biri arkada şına şaka olarak: — Bana bir altın ver, dünyaya öbür gelişimde sana Arkadaşı, ona, inancına uygun şu karşılığı vermiş: — önce sen, öbür gelişte insan geleceğine dair bana Rusya'da seçim yapılıyordu. Adamın biri eline verilen zarfı açmak isteyince, görevli sandık başı memuru atıldı: — Hey, ne yapıyorsun? — Bir şey yaptığım yok. Sadece kimi seçtiğimi bilmek istedim de... Memur gülerek başını salladı: — Olmaz öyle şey. Seçimin gizli olduğunu bilmiyor Trabzon'da 95-96 sezonunun şampiyonluk maçı yapılmak tadır. Stat tıklım tıklım. Büyük heyecan ve stres var. Trab- zon'luluk ruhu kabarmış, fut bolcular seremoniye çıkmışlar ve Milli marşı herkes olanca gücüyle okurken Oflu ömer yanında Tellioğlu Fuat'ın du daklarını kıpırdatma zahmetinde bile bulunmadığını görünce bozulur, dirseğiyle dürterek uyarır:
Temel ile Fadime hayli zamandan beri birlikte yaşıyorlarmış. Fadime ev lenmek istiyor, fakat Temel buna pek yanaşmıyormuş. Yıllar böyle sürüp gitmiş. Bir gün Fadime, Temel'e açılmış: — Temel artık evlenek derim, ne Temel umutsuz başını sallamış: — Ha bu yaştan sonra bizu çim alur Fadime? KEDİİki deli, akıl hastanesinin duvarını sessizce aşıp, hendeğe gizlendiler. Hışırtıyı duyan bekçi ba ğırdı: — Kim var orada? Delilerin biri çok akıllıca bir kedi taklidi yaptı: "Miyaaaauuv..." Bekçi uzaklaştı, deliler sürünerek uzaklaşmaya çalış tı, ama yine hışırtılar duyuldu. Bekçi tekrar gelip bağırdı:
Temel askerlik görevini denizaltında yapıyordu. Fakat kısa bir süre sonra köyüne döndü. Yakınları Temel'e böyle erken dönmesinin sebebini sordular. Temel şöyle cevap verdi. — Beni daha fazla alıkoymak istemediler. çünkü geceleri yatarken pencereleri ardına kadar açıyordum. DOĞRU SöZE NE DENİR?Kadının kocası hastaymış. Birdenbire durumu ağırlaşmış. Telâ şa kapılan kadın hemen bir doktor çağırmış. Doktor hastayı inceden inceye muayene ettikten sonra dışarı çıkmış. Kadın hemen yanına ko şup sormuş:
Saf bir adam, koşa koşa Hazret-i Süleyman'ın sarayına gelir. Yüzü sararmıştır. Hazret-i Süleyman sorar:
Hazret-i Süleyman, rüzgara emretti. Rüzgar, hemen adamı alıp Hindistan'a götürdü. Biraz sonra da, Azrail'e sordu: — O zavallı adama ne sebeple hışımla baktın? Bana Azrail: — Ey Allahın elçisi, dedi. Ben ona hışımla bakma Paşa hazretleri, kona ğında yemek yerken patlı can musakkayı çok be ğenmiş: — Yahu, demiş... Şu — Evet, Paşa hazretleri, patlıcan gibi sebze yoktur. Bir kaç gün sonra, sofraya patlıcan kaynıyarık gelin ce Paşa kızmış: — Yahu, demiş. Şu patlıcan da bir şeye benzese, yenilecek şey değil... Dalkavuk hemen söze atılmış: — Haklısınız Paşa hazretleri, berbat bir şeydir. Şunu Paşa, kaşlarını çatmış: — Ulan, iki gün önce patlıcanı övüyordun. Şimdi ise Dalkavuk, yerlere kadar eğilerek: — Aman Paşa hazretleri, ben patlıcanın değil, zatı- Tilki, bir gün başını alır, gezmeye çı kar. Köyün mey danına varır. Bir duvara çıkar, çev reyi seyre dalar. Oradan geçen köy muhtarı şaşırır: — Aaa, bir tilki!.. Köyün hocası camiye giderken duvardaki tilkiyi gö- rür: — Aaa, tilkiye bak!.. Bakkal da oradan geçerken bağırır: — Hay Allah bir tilki!.. Kahvedekiler merak edip dışarı çıkarlar. Onlar da tilkiyi görünce şaşırırlar:
Kalabalık çoğalıp sesler uğultuya dönüşünce tilki or mana kaçar. Dişi tilkiye: — Bugün öğle vakti köye indim. Orada herkes beni Laz'ın biri, takasının içinde oturmuş, Allah'a yal varmaktadır: — Allahum, bu cün tut Ve lâz oltasını atarak beklemeye başlar. Neden sonra oltayı çeker. Bakar ki bir de ne görsün? Ucunda koskocaman bir balık! — Haçan hiç pu da fakire verulur mu daa! Birden balık bir çırpınışta oltadan kurtulur ve denize atlar. Lâz üzgün ve şaşkın: — Allahum, ben şakacıktan demuştum daa... der. TAMAMDIR Temel, veznedardan bir demet pa ra almış ve saymaya başlamış. Ye- diyüz bin liraya kadar saymış: — Buraya kadar tamam çıktı, bundan sonrası da tamamdur... diyerek yürümüş gitmiş... çOK ŞüKüRSarhoş bir Karadenizli, bir ayağı yolda, bir ayağı kaldırımda aksaya aksaya yürüyordu. Duru mu gören polis yaklaşıp sordu: — HemşerimL Bu kadar sar — Ne münasebet memur — Kaldırımda nasıl yürüyordun? Bir ayağın sette, Karadenizli sevinçle ellerini yüzüne götürdü: — Sağolun memur bey! Penu o kadar rahatlattınız Hoca bir gün ata binmek ister, bir türlü binemez.
Doktor, beş akıl hastasını, boş banyonun önüne götürdü ve emretti: — Haydi, girin suya ve başla yın yüzmeye! Biri hariç, hepsi doktorun em rine uydular, boş banyonun içine doldular, kulaç atmaya başladılar... Doktor, banyoya girmeyen delinin yanma yaklaştı. Gülümseyerek: — Galiba sen iyileştin Ahmet, niye yüzmedin? — Belki kızacaksınız ama doktor bey, yüzme bilmi
komik fikralar
fikralar
komik sözler fikralar
nasredin hocanin fikralari
güzel sözler fikralar
maniler fikralar ve güzel sözler
nasrettin hocanin söyledigi fikralar
anlamli sözler ve fikralar
anneler günü ile ilgili en güzel fikra
anneler günü ile ilgili fikra veya siir
anneler günü ile ilgili fikralar
anneler günü için fikralar
aski anlatan hikeye ve fikra
beles komik fikralar
dinlemeli fikralar
en komik fikralar
en+komik+fikralar
en+son+komik+fikralar
fikra+dözleri
fikralar güzel sözler
fikralar komik sözler
güzel fikralar
güzel mi güzel komik fikralar
güzel sözler komik fikralar
güzel sözler ve komik fikralar
Ingilizce sözler - english messages - Fıkralar - Fikralar
komik fikralar
fikralar
animationlar fikralar
komik sözler ve fikralar
küfürlü fikralar
çevre ile ilgili anlamli fikralar
anlamli sozler ve fikralar
dogum günü ile ilgili fikralar
en komik sözler fikralar ve mesajlar
fikra animationlar
fikralar sözler
güzel fikra ve komik sözler
handy komik fikra
handy türkce komik fikra
ingilizce türkçe anlamli fikralar
komik geyikler ve fikralar
komik handy fikralari
komik resim ve fikralar
komik sözler komik fikralar
komik sözler olaylar fikralar
komik fikralar ve komik sözler
nasrettin hocanin fikralari ve sözleri
sks fikralar
sms fikralari
www en guzel fikralar com tr
Almanca sözler - Sms Sprüche - Fıkralar - Fikralar
|
|||||||||||||||||
|
GOOGLE
Nach der Anmeldung 500 kostenlose SMS versenden. Der Dienst ist absolut gratis und die Anmeldung erfolgt ohne die Angabe von personenbezogenen Daten. Jeden Monat werden neue Free SMS gutgeschrieben. Free-SMS Bei Free-SMS können Sie täglich eine kostenlose SMS mit 160 Zeichen verschicken. Die SMS ist ohne Werbeanhang und eine Anmeldung ist auch nicht nötig.
|
||||||||||||||||
sözler anlamlı sözler ayrılık sözleri kisa siirler sms sözleri mesajlar kısa şiirler güzel sözler aşk sözleri kısa aşk sözleri sevgi sözleri güzelsözler doğum günü msjları komik sözler güsel sözler kısa sözler aşk msjları kandil mesajı doğum günü sözleri hazır sms dini sözler kandil msj kisa siir özür mesajları anlamli sözler güzel söler doğum günü msj kısa aşk şiirleri özlü sözler güzel sözler sms kısa şiir doğum günü aşk manileri anlamlı şiirler ask sozlerı akıllı sözler özel sözler ingilizce sözler Yeni yil mesajlari Free SMS hasret sözleri ingilizce sözler Yeni yil mesajlari | |||||||||||||||||
Impressum | Copyright by sms sözleri .com- - Fıkralar - Fikralar | ||||||||||||||||